Zeynep Hanım /İlk Divan Şairi
Oysa”Kadın’a” Çok Yakışıyordu “Şiir”

“Hesiodos! Şiirini yeniden yaz ve Pandora’yı kurtar.”

Bu, mitolojik bir temenniden öte, Kadın ve Şiir ile ilgili, yüzyıllardır süregelen ve  bir bakıma  Edebiyat’taki ” Pandora” cılığın  Şiirden silinmesi yönünde lirik bir çağrıdır…

Şiir dediğimizde  ilk akla gelen şairlerin erkek oluşu ve  yeri geldiginde “Şair, Şaire” ifadesi ” diye ayrıştırılan  yaklaşımlar bile bu konudaki ayrımcılığı destekliyor sanki…

Pandora ve Şiirin Biraraya Gelişi

Öyleki Antik Yunan döneminde yaşamış  , Hesiodos’un, “İşler ve Günler” kitabında yer verdiği epik şiirinde  “Pandora miti” ile ortaya koydugu “Kadın”portresine,  m.s. Ortaçag Avrupasi’nda da  aynı düzeyde tanık olmamız ve sonraki çağlarda dâhi değişmeyen bu algının “Şiir “e sirayeti mevzubahistir.

Kadın  ile ilgili temelini, İlkcag Mitlerinden ve Politeistik din felsefesinden alan  bu mesnetsiz yaklaşım, sonraki Roma dönemi ve Ortaçag Avrupası’nda  da  “Kadın ” sosyal kimlik statüsünde  “Pandora” simgesinin taşıdığı tüm imgelerle  hemen hemen her alanda yerini aliyor.

Daha doğrusu , destansı figürlerin  ve çok tanrılı  din anlayışının   ete kemiğe bürünmüş halini kadının  hakiki sosyal kimliğinde açıkça  görmeye başlıyoruz.

Daha da ötesi  mantıksal çerçeveden uzak  bir  eşleştirme ile Hristiyan  Teolik hükümranları  Kadını,  Ortacag Avrupası’nda ” günah sembolü ilan ederek ,  değersizleştirmeye devam ediyor…

Ne acı ki “Pandora”nın dayandığı temelsel yapı,Şiirsel bir dille yazılmış ve  Şairliğin  ilk izlenimleri kabul edilen Hesiodos ‘un lirik söylemlerinde karşımıza çıkıyor.

Bir başkadeyişle, âdeta daha en baştan “Kadın” şiirden , şiir ile  nakavt ediliyor.

“Pandora”mitinin sirayetini Şiirde  ve toplumsal yapının   her alanında  görüyor oluşumuzun abeseistigâl sonuçlarını;her fırsatta, sadece ve sadece yerleşik düzene geçen insanda ,avcılık ve toplayıcılık anlayışı ile “fiziksel güç ön plândadır” mitsel yaklaşımı    ile açıklayarak geçiştirmek, benim için son derece yetersiz bir açıklamadır.

Mitsel yaklasim diyorum ;çünkü bu tez doğru olmuş olsaydı ,yerleşik hayata geçen tüm toplumlarda aynı durum ortaya çıkmış olurdu..

Eski Türkler’de  Pandora Yaklaşımı Var mıydı ?”

Sorunun cevabı net ve bilindik bir sekilde “hayır ” olmasına rağmen, bu durumu bile mitsel bir hamasiyetten kurtaramamış olmak da üzerinde ısrarla durulması gereken bir durum gibi geliyor bana…

Türk toplumunda, Kadının sosyal   kimliğinin oluşumunda, modern kesime göre  kırsal kesimin atalarımıza sadakatle bağlılık gösteren geleneksel duruşu  ayrıca övgüye değerdir .

Toplumun en sağlam halkası diye nitelendirdiğim  kırsal kesimde , gümüzde kadının konumlanış  biçimi Eski Türkler’de olduğu biçimiyle aynen muhafaza edilmiştir.

Bu durumun doğruluğu ve geçerliliği noktasında ortaya atabileceğim en sağlam veri ise, “Anadolu’da” hâlâ etkisini sürdüren “Hanımağa ” ifadesinde yerini bulan kadın duruşudur.

Bu duruş çoğu yönlerden eski Türk destanlarında baş kahraman olan kadın karakterler ile eşleşir.

Buna en iyi örnek Bamsı Beyrek hikayesidir.

Öyleki Türk destanlarında  , destan kahramanlarının  eş seçerken , “Hatun” un iyi at binen , iyi kılıç kuşanan özelliklerde olmasını istemeleri bugün Anadolu ‘da farklı  simgelerle kendini gösterir .

Bunlar, Anadolu Kadınının cesur yanlarının kırsal kesim yaşam koşullarında ortaya çıkardığı her türlü kadınsı ama Türk kadını imajı ile var olan sosyal rolleridir.

Korkutata destanındaki  Bamsı  Beyrek hikâyesinin kadın kahramanı  Banuçiçek Katun ile  Modern Türk hikaye ve romanlarındaki Anadolu esintili  Hanımağa karakterinin çok çok benzerlik göstermesi bu duruma iyi bir örnektir.

Yani fiziksel güç farklılığı kadın için tolere edilebilir bir durumdur.

Anadolu’da tarlasını ekip biçen ve hatta bunun tüm gereksinimlerini bizzat yerine getiren de kadındır.Ve çoğunlukla da en güzel halk türkülerini ve kendince yazdığı ağıtlarını ninilerini ,manilerini , deyişlerini ve halk hikayelerini  de bu esnada söylemiştir.

Aslında Türkler’de  kadın şiirin  içinde bizzat nesne değil özne olarak yer almıştır.

Özellikle Halk Edebiyatı kültüründe yetişen ozanların esas beslenme kaynakları ,daha çocukluk yıllarında kendi annelerinden dinledikleri ve Türk Edebiyatının da omurgasını oluşturan  ninniler,maniler,halk hikayeleri ve halk türküleridir.

Kadının Türk Toplumunda  olması gerektiği gibi bir sosyal kimlik kazandığı ve şiir ile ilgili de ortaya atılabilecek olumsuz bir veriye rastlanmadığı   aşikârdır.

Şiir konusunda ve diğer alanlarda   ortaya çıkan Pandora etkisinin ,Türk toplumunun öz benliğinde yer almadığı gerçeği  ise , Arap seyyahı İbn-i Batut’un eserinde kendi ifadesiyle yer verdiği şu sözlerle kanıtlanabilir.

” Burada tuhaf bir hâle şahit oldum.O da Türklerin kadınlara gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi , erkeklerden daha üstündür. ”

İbn-i Batut’un  Türkler’in  kadına gösterdiği saygıyı “tuhaf bir hâl ” olarak nitelendirmesi, sanıyorum ki ;kendi toplumunu ozellikle de İslamiyet öncesi Arap toplumunu (cahiliye devri gerçekleriyle) iyi  tanıyor  oluşundandır.

Bu durum Seyyah’ın bu sözlerini  daha da önemli  kılar.

Ve Ortacağin  en çok ülke gezen seyyahı oluşundan  diğer toplumları da analiz etme fırsatı bulması yönüyle de İbn-i Batut’un  bu tespiti Türk Kadınının sosyal statüsünü  oldukça önemli bir yere taşır .

Bütün bu örnekler,  “Yerleşik Hayata Geçen İnsan ” fiziksel güç gerekliliği ile kadını arka plana itti ” tezini çürütmektedir.Öyle olsaydı , tüm toplumlarda; Yerleşik düzene geçişin ardından kadın için aynı değersizleştirme tezahür ederdi.

Çünkü insan, toplumsal olarak farklı özellikler ile farklı coğrafyalarda bir  yerleşik düzen kurmuş olsa da ;neticede yaradılış özellikleri bakımından  insan vasıfları farklılık göstermez.Bu onların seçimleri ile şekillenen bir durumdur.

Yani, Ortaçağ Avrupası’nda kadına giydirilen “Pandora”simgesi, tercihen ortaya çıkmış bir durumdur. Bu tercih daha ziyade güç dengeleri kaygısı noktasında hristiyanlık inancına yapılan müdahaleler ile ilgilidir.

Ortaçağ Avrupası’nda , feodal sistem içinde erki kaybetmek istemeyen kralların, tercih noktasında Hristiyanlık inancını, kendi potalarında ,kendi hırs ve egolarında şekillendirerek topluma dayatmış oldukları gerçeği bu konunun özünü belirlemektedir.

Hristiyanlık  inancına  yapılan müdahale sırasında, ellerinde olan tek veri “Mit” olduğu icin ,dinsel algoritmalarda yanlış bir mantık kemiğinde oluşan yapaysallaşmış din, topluma dayatılmıştır.

Sonraki dönemlerde de bu yanlış mitsel yapılanma gerçeği gözardı edilerek ; Hristiyan toplumunda gerçek din anlayışından uzaklaşmıs bir tezahürde ,Kadına biçilen mitsel temelli yakıştırmalar , efsanevi bir kimliğe bürünerek,  geleneksel bir çığırtkanlıkla -sadece Hristiyan toplumlarda değil tüm toplumlarda  ; şiir  ve diğer tüm alanlara sirayet etmiştir.

Daha da ötesi , yapaysallaştırılan Hristiyan inancı tezahürünün, diğer toplumlara mitsel bir mantıkta sıçayışı ile “Pandora” kimliği evrensel bir nitelik kazanmıştır.

Toplumları yüzyıllardır  etkileyen kalıplaşmış mitsel hikayeler ile “Kadın ” günümüzde bile hemen hemen her alanda  gerçek dışı  Mitsel sirayetik bir maraziyetle algılanıyorsa, bu durum daha çok sosyolojik  bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Yani tek başına Edebiyat’ın ve Şiiri’in Kadın konusundaki ayrımcılığı ortadan kaldırması mümkün görünmemektedir .

Aslında “Kadın ve Toplumsal rolü” bu manalarda  ana başlıktır .

Ancak bu konunun şiire sirayeti durumunda; şiir seven ve kadın şairliği ( cinsiyet ayrımı gütmeden )  şiir icin cok  mühim sayan biri olarak göz görüp, gönlüm katlanmamaktadır.

Öyle ki , Şairliğin  cinsiyet ayrımı gerektiren bir yetenek olduğunu kabullenmek, kadına ve üstelik  Şiire yapılmış  en büyük haksızlıktır. Çünkü   eski şairlik geleneği  ve günümüz dahil kadın şiirin nesnesi konumuna yukarıda saydığım toplumlar arası Pandoracılık  miti ile itilmiştir.

Yani bizzat şiir yazan değil , şiir yazılan olarak algılanmış ve bu sirayetik durum günümüze kadar öylece gelmiştir.

Burada özellikle vurgulamak isterim ki ;bu konuyu ele alma yaklaşımım , kadının şiirde erkek söylemleri içinde nesne konumunda oluşu değildir. Ya da “kadın şair ” ifadesini güçlü kılmak asla değildir. Çünkü benim nazarımda bu  feminist  bir yaklaşım olacaktır.

Arzu ettiğim şey, Şiirde  feminist bir bakış açısı değil , evrensel nitelikte kadının şiirde olması gerektiği gibi , yani önüne “kadın “sıfatı yerleştirilmeden , sadece Şairlik geleneği içinde şiir ve şairlik  gücü ile değerlendirilmeye tabi tutulmasıdır.

Sorun daha ziyade  ,  şiir ve kadın ile ilgili oluşan yanlış bir düzlemin varlığıdır.

Kadın Şair ifadesinden duyduğum rahatsızlık “kadın şoför “”kadın öğretmen” …..vs. ile aynı ölçüdedir.

Demem o ki , toplumsal tüm alanlarda ortaya  çıkan bu Pandoracılık,  ne ise Şiirde  baş gösteren Pandoarcılık birebir aynıdır.

Yani bakış açısı meselesidir.Ve bu algısal bakış  açısı , asıl mevzudur.

Beklenilen veya en azından benim çabam, şiirde  ; kadın ve erkek ayrımından ziyade kadını ve erkeği olmasi gerektiği gibi kadın ve erkegin doğuştan getirdiği insanî yaradılış vasıfları ile şiire yansımalarını görebilmektir.

Pandora’nın  Türk Şiirine Sirayeti

Dünyada bilinen ilk şair  Sümerlerde ortaya çıkan Enheduanna’ydı  oysa!  (m.ö.2300)

…….

Sadece  Türk şiirinde değil , Dünya Edebiyatı’nda da kadın şair sayısı oldukça az.

Pandora’nın yaratıcısı  ve aynı zamanda bir şair olan Hesiodos , aynı kitabında  insanlığa kötülükten uzak dur adaleti çağır  diye seslenmekteydi  oysa …!

Bu çağrıyı, kitabında  her ne kadar hükümranlık anlayışı niteliğinde görüyorsak da ,aynı çağın bu bilinçteki insanından”Pandora “mantığını hem de Şiir ile dillendirmesini   kadın ve şiir için oldukça hüzünlü buluyorum…

Türk toplumunun kadını diğer milletlere göre  toplum içerisinde daha saygın bir şekilde konumlandırdığından bahsetmiştim.

Ancak  şiirde  isimsiz anılan halk ozanlığı  mantığının ötesinde ses getirici bir varlık gösterememiştir. Yani  Osmanlı’nın öncesinde de Türk  kadını halk edebiyatına kaynaklık eden yaratıcılığını, isimsel ve ulusal anlamda gösterememiştir.

Özellikle Anadolu’da  var olan ağıt kültürü çoğunlukla isimsiz halk şairleri olan kadınların egemenliğindedir.Ve modern Türk şiirinin de çoğunlukla beslendiği ürünler,halk edebiyatı ozanlık geleneğinin ürünleridir.

Aslında kadın, Türk şiirinin bu anlamda da yaratıcısı konumundadır.

                ”  Kadın ve Şiir “

              Divan Şiiri ve Kadın

  1. Adile sultan kadın siir
    Kadin ve siir -Adile Sultan -(1826-1899)Mürettep Divan Sahibi Tek Kadin Şair- Kaynak:Prf . Dr.Serhan Alkan İspirli -Kadın Divan Şairleri ve Geleneğin Uzantısı 

Osmanlı’da Divan Edebiyatı geleneğinin ortaya çıkışı ve varlığını Tanzimat’a kadar ağırlıklı sürdürdüğü asırlar içerisinde  Kadın, şiirde varlığını az da olsa gösterir. Ancak  bu durum erkek egemen divan şairleri gibi söylemenin ötesine geçemez.

Yani yukarıda belirttiğim Mitsel temelli Pandora, toplumlararasi sirayetini maalesef ki Türk şiirine çoktan ulaştirmistir .

Aslında  ,zaman zaman ortaya atılan ” İslamiyet ile birlikte kadın arka plana itilmiştir. “Söylemlerinin ne denli tutarsız olduğu da ortadadır.

Çünkü , Türkler’in İslamiyeti  kabul etmeleri Fetihten cok cok eski asırlarda gerçekleşmiştir . Ve  Fetih döneminden önce  kadını arka plana atma izlenimlerine rastlanmaz.

Bu durum daha ziyade Osmanlı’nın Bizans’tan devraldığı İstanbul’un ister istemez Ortaçağ mantığında şekillenmiş Hristiyan kültürü izleri ile dolu olması ile açıklanabilir.

Bu da  İslami bir etkiden çok ayni coğrafyada imparatorluk kurmuş iki toplumun kültürler arası etkileşiminin  varlığına işaret eder.

Yani başlarda söylediğim  mitsel sirayetin , toplum üzerinde  dine göre  daha kuvvetli oluşunun da düşündürücü bir göstergesidir .

Özellikle  fetihten sonraki saray geleneğinde görülen kadın imajı bu durumu desteklemektedir.

Saray kadını , Fetihten  sonra  Fars ve Hristiyan Ortaçağ mantığı içinde toplumsal bir role bürünmeye başlar.

Bu şekillenme, Anadolu kadını ile tamamen zıt kutuplarda seyreder.

Yani saraya nazaran Anadolu kadını , aslında bir bakıma daha geleneksel bir yapıda varlığını sürdürmüştür ….

Ve Halk Edebiyatı’na kaynaklık eden kendi varyantlarını sessiz sedasız söylemeye devam etmiştir…

Arap ve Fars Kültürü  etkileri taşıyan Divan edebiyatında ise Kadın geri plana itilir.

Bu anlamda Prf Dr.Serhan Alkan İspirli hocanın ortaya koyduğu fikirler oldukça kıymetlidir:

“Çünkü  ,divan şairliğinin yolu  aşıklık  rol ve hüviyetini kabullenmektir.İfade edilecek aşk beşeri ise,kadın bu vadide eserler vermekten peşinen saf dışı kalacaktır.( prf. dr. Serhan Alkan İspirli-Kadın Divan Şairleri  ve Geleneğin Uzantısı  )

Hoca, kitabında bunun nedenlerini açıklarken  şöyle devam eder:

“Çünkü  kadın her devirde şiirin öznesi değil nesnesi konumundadır.Bu durumlarda şairlik geleneği, kadın değil erkek söylemleri tarzında varlığını muhafaza eder.Hatta ortaya çıkan kadın Divan şairlerinin çoğu, kendini bu söylemin dışında tutamaz.Cünkü kadınsı bir söyleyiş tarzı onun toplumsal rolüne aykırı kabul edilir.”

Bu duruma en iyi örnek İlk kadın  Divan Şairimiz Zeynep Hanim’dir.Eşinin rızası olmadığı için söylemlerinde kadınsı bir tavır takınamaz ve şiir yazmada sorun yaşar .

Ancak bir Divan şairi yüreklice ortaya çıkıp ilk defa kadınsı bir söylemi özgün kılar.

Bu Divan sairi o kadar ki şiir aşkından dolayı bütün izdivaç tekliflerini reddederek; günümüzde dahi tam bir varlık gösteremeyen  bu söylemin (kadınsı şiir söylemenin) temellerini atar.

Kadın ve şiir
Kadin ve şiir  Mihri Hanim- ilk Özgün  (kadınsı soylem ) şiir söyleyen kadin Divan sairi

Bu kadın,  Divan şairi  Mihri Hatun’dur. Çağdaşı Zeynep Hanım , eşinin rızasını alamadığı için şiir söyleminde özgün bir tavır yakalayamazken Mihri Hatun bütün tabuları yıkar.

Gel gelelim Daha sonraki yıllarda da durum kadın lehinde pek parlak olmayacaktir.

Batılılaşma süreci ve Cumhuriyetle birlikte yer yer az da olsa kadın, şiirde ve edebiyatta rolünü almaya başlasa da istenilen ve olması gerektiği biçimiyle değildir.

Şu anda bu konuyu konuşuyor olmamız, bunu destekler bir durumdur.

Son dönem kadın şairler sözü açıldığında, nitelik olarak güçlü söylemlerle karşılaşıyor olsak da, bu nicelik bakımından yetersizdir .

Ve günümüz  kadın şairler , şiirinden çok özel hayatlarını  ön plana alan bir yaklaşımla değerlendiriliyor  oldukları icin ve “kadın şair ” sözü şairliklerinin önüne geçtiği için ; şiirde ne yazık ki hak ettikleri biçimde anılmamaktadırlar .

Ayrıca  yukarıda sıkça bahsettiğim  mitsel yaklaşımlı toplumsal baskı ve Edebiyat çevrelerince de özgün bir değerlendirmeye tabi tutulmadıkları için  tam olarak kadınsı bir söylemi de geliştirememişlerdir.

Bu anlamda hala göze çarpan erkeksi ve ataerkil bir söyleyiş tarzının varlığı  da oldukça düşündürücü. ..

Belki  ele aldığı konular yönüyle ve kısıtlı da olsa özgün bir tarz oluşturmuş  olan Gülten Akın ve onunla birlikte anılan birkaç kadın şair Kadınsı söylemi başarmıştır diyebiliriz.

Ancak bu sayı  yeterli olmadığı gibi , kadınsı söylem tarzının hala istenilen nitelik ve nicelikte hakim olmayışı da bu konunun en acıtıcı yanıdır….

Oysa platon,” Bazıları 9 sanat perisi olduğunu söyler -Gelin tekrar sayalım -Bakın 10.’su Lesboslu Sappho ”

Demişti  …

Belki ,

“Kimselerin vakti yoktu ;durup ince şeyleri anlamaya. ..”

Belki ,

“O eski Şubat’tan çukurumu alıyordum …”

Ya da hiçbiri …

Belki de sadece, ilk Kadın Şair  Enheduanna idi sebep:

” Günün ışıkları yaklaşıyor

Benim üzerimdeki ışık yok oluyor

Gölge ışığa yaklaşıyor

Ve kum fırtınası gibi onu kaplayacak

Benim tatlı sesim bozuldu

Ey Sin! Göğün kralı!

Bana ne yaptı

Bu Luganane?”

Belkide Gülten Akın haklıydı :

Çok bekledik..

Çağın en karmaşık yerinde durduk

Biri bizi yazsin,

Kendimiz değilse kim yazacak

Sustukça köreldi

Kaba günü yonttuğumuz ince bıçak. ..”

 

Şiir kategorisinde yazdığım bu ilk yazıyı ;

Tanıdığım ilk Şair ,  çok iyi şiir  yazıp söyleyen  annem  “ADSIZ OZAN  Mahal Güneş “e ithaf ediyorum.

Çok  çok şiir yazmak dileğimle. 😊

Yazar

Eğitim /Üstün ve Özel Yetenekli Çocuklar Yazar

Yorum Yaz