MİKROFON
Mikrofon, ilk elime tutuşturulduğunda; ilkokul 2.sınıftaydım. Mikrofon o dönemlerde, şimdiki gibi sıradan bir araç değildi.Sadece güzel konuşabilen, ses tonu mikrofonik, ezberi kuvvetli, kürsüye yakışan insanlara verilen çok özel bir araçtı.
Mikrofona konuşuyor olmak , sesi nasıl ilettiğini anlamaya çalışmak , onu eline alıp , tüm okula kendini dinletiyor olmak,o yaşlarda çok klas bir şeydi .
Okulda,Mikrofon düzeneği kurulması için, çok çok özel programlar olmalıydı .Müdür bile, her sabah bize okul kurallarını ciddi bir tavırla anlatırken; mikrofonu çıkarmazdı .
Eğer mikrofon düzeneği kuruluyorsa bahçedeki kürsüye , çok çok önemli bir program var demekti. Heyecan iki katına çıkardı. Acaba kürsüde neler olacak ..?
Pürdikkat dinlerdik.İlk önce Müdür çıkardı -hangi program olursa olsun -Programın içeriğini -resmi bayramlar değilse- tahmin etmek çok zordu . Sadece öğretmenimizin bize apartopar verdiği görevlerden ve Müdür’ün mikrofonu kontrolü için “ses ses , tt , tt …gibi bahçeden gelen gıcırtılı seslerden bir şeyler olacağını anlardık …
Böyle önveriler varsa okulda ;o gün öğretmenimiz de bir ders öncesi bize bazı okuma görevleri verirdi .Bana en çok şiir verirdi.Bazen hem düz metin,hem de şiir verdiği de olurdu .Şiiri veya metni derste belirler, beni okulun bahçesine gönderir,zil çalıncaya kadar onu ezberleyip gelmemi tembihlerdi.Ve dersin sonunda kürsüye çıkıp topluluğun önünde ezbere okumamı isterdi…
……
2.sınıf Öğretmenim sevgi dolu, derin düşünebilen, zarif bir hanımdı.Bazı zamanlar oğluna şiir ezberletmem için;beni evine çağırır , yemekler hazırlardı.Çok lezzetli yaptığı, “havuçlu barbunya”tadı hala o günkü gibi damağımdadır…
Yemeğimiz biter bitmez, bizi bir odaya alır , sürekli okuma görevleri verirdi… Oğluyla aynı sınıftaydık, ama oğluna bizim dışımızda özel bir ayrıcalık tanımaz , ortamı bozduğunda ;tam tersi , onu daha çok azarlardı. Dengeyi öyle güzel kurardı ki, hepimiz onun oğlunu çok severdik .
Beni hep ona yakın oturtur ve her okuma dersinde , onun hatalı okuduğu yerleri düzeltmemi isterdi .Oğlunda, konuşma sırasında ve okurken yer yer kekemeliğe benzer bir tutulma olurdu.Öğretmenimiz , bazen o güzel okuyabilsin diye; aynı metni 5/10 kez ona okutur ve peşinden onun hatalarını düzeltmemi isterdi. Tüm sınıf okuyup bitirdikten sonra , beni kürsüye çıkarır “Güneş, sesli oku bu metni bakalım “derdi .
……
Şimdi daha iyi anlıyorum ki , öğretmenimiz belki de farkında olmayarak yetenekleri keşfedici ve geliştirici bir metot kullanıyordu. Çünkü , sınıftaki çocukları var olan yeteneklerine göre kendi içinde tanılamış, o yetenekleri öne çıkarıcı etkinliklerle bizi güçlendiriyordu.
Kümelenmiştik, guruplanmıştık; ama yeteneklerimize göre…Küme içinde bir Matematiği bir de Türkçe’si kuvvetli başkanlar bulunurdu .Diğer çocukları da zayıf-güçlü yanlarına göre başkanlara yakın ya da uzak oturturdu. Küme içinde de ikili guruplar yapardı .Benim görevim istisnasız Türkçe -Şiir okuma -metin okuma başkanlığı ve sınıf başkanlığı olurdu.Her tören için de istisnasız “şiir okumak” için beni, seçerdi.
O dönemlerde , törenler bizler için en güzel ders dışı aktivite olurdu.Belirli günlerin dışında, bazen son anda bazı kutlamalar yapılırdı .En çok o törenleri severdik.Kimse törenin olacağını bilmezdi önceden .Öğretmenimiz bile müdürün anonsuyla öğrenirdi, bahçede toplanmamız gerektiğini .Apartopar bizi törene hazırlar , hepimize farklı görevler verirdi .
….
Öyle günlerin birinde, müdür odasından ;tüm sınıflara duyulan uğultulu, tam anlaşılamayan bir anons geldi.Öğretmenimiz , yan sınıftaki 2.sınıfların öğretmeniyle konuşup, anonsu netleştirmek için sanıyorum, kısa bir süre dışarı çıktı.Çıkarken yine kitaptan bir metin açıp, kitabı elime tutuşturdu. “Ben gelene kadar bu metni arkadaşlarına oku , Güneş”dedi.
Ben, o gelene kadar tüm kitabı okuyup ,2.tura geçerken geldi.Beni yerime oturttu. Müdürün , sınıfların bahçede toplanması için anons yaptığını , hepimizin üstümüzü başımızı düzeltip , sıra olarak, bahçeye 2’ler için ayrılmış bölüme geçmemizi istedi. Herkes sevinçli , meraklı …???
Bana,” sen kal”dedi.Anlamıştım , yine şiir okuyacağım ….Düşündüğüm gibi oldu ,elime -önceki şiirlerden daha çok kıtaları olan- bir şiiri verdi .Bu şiiri ezberle gel.
Şiire baktım ;daha önce okumadığım bir şiir ve uzunca , yer yer az kullandığım kelimeler var ama akıcı gibi :”Bu Vatan Kimin ?” Şiiri ile ilk o gün tanışmıştım.
Sınıfın kapısını kapattı, kendisi de çocukların peşine dışarıya çıktı .Her zaman beni bahçeye gönderir, diğerlerini sınıfta tutardı .Anladım ki bu şiir, tören için ve önemli bir tören.
Sürem ne kadar , program ne ?Tahmin etmem imkansızdı.
Başladım şiiri okumaya…Bilmiyorum ne kadar zaman geçti …?
Bir tek, çocuklardan biri, kapıyı açınca sustum…O zamana kadar, kaç tur okuduğumu hatırlamıyorum.
İçeriye giren öğretmenimiz değil, tanımadığım başka büyük sınıflardan bir çocuktu.
– ” Güneş sen misin ? Seni müdür çağırıyor.” dedi.
Müdür dahil , okulda herkes bana soyadımla hitap ederdi. Adım gibi alışmıştım Güneş’e.
Tamam dedim , heyecandan nasıl koştuğumu hatırlamıyorum .Müdür odasındaydım…
…..
Oda tamamıyla siyah deri koltuklardan oluşan , ciddi bir havası olan, kapıyı çalarken bile insanı ciddiyete davet eden, loş bir ortamdı. Ama Müdürümüz, bahçede çok sert,ciddi olan tavrına rağmen; kendi odasında çok sıcak davranırdı.
Bir sürü övgü dolu sözlerin ardından, arkasındaki rafa benzer bir dolaptan bir Etipuf alıp, bana uzattı.
Sonra da “şimdi şiirini oku bakalım.” dedi.
Okudum ama nasıl okuduğuma dair ne o an;ne de şimdi hiçbir his yok kafamda…
“Aferin “, -odasının penceresini gösterip-“şimdi bahçeye çık ve penceremin önüne gel.”dedi.
Koşarak çıktım odadan .Pencereye geldim, beni görebilmesi için,ayağımın altına bir taş koydum, tırmanır gibi;ellerimi pencere demirlerine uzattım.Beni görünce elindeki mikrofonu uzattı ve “ben gelinceye dek,elinde sıkıca tut” dedi.
……
Mikrofon, siyah , pütürlü , nereye bağlandığını tahmin edemediğim , uzun, upuzun bir kablosu olan , çok havalı bir şeydi. İlk defa elime alıp, tek başıma tutmuştum .Önceden de şiir okumuşluğum vardı ama;hep adım anons edilip,sınıf sınıf kümelendiğimiz sıradan kürsüye çıktığım zamanlarda .Ben şiir okurken , mikrofonu hep üst sınıflardan ablalar/abiler tutuyor olurdu.
Heyecanım kat be kat artıyordu.Daha 2.sınıftaydım, ablaların sınıfına geçmemiştim, mikrofonu bana niye veriyordu ki Müdür …?
Mikrofon ağırdı, “heyecandan düşürsem, darmadağın olur” hissi veriyordu .Müdür gelinceye kadar biraz konuşsam , ses denemesi yapsam ; müdür kızar mıydı ? Ama olmazdı , Müdür ve öğretmenim, bana çok güvenirdi ve sıkıca tembihlemişti;ben gelene kadar bir yerine dokunma diye .
…….
Evde oyun oynarken çeşitli eşyalardan mikrofon yaptığımız aklıma geldi o an. Genellikle sesi yankılandırıyor diye, bir su bardağı ,bazen vazo , bazen de boş bisküvi kutularını mikrofon yapardık.Bu eşyaların içine derin derin konuşur , Müdür’ün konuşmalarını taklit ederdik.En güzel bisküvi kolisi mikrofon olurdu .Kafamızı içine daldırıp, ön tarafından hafifçe ağız ve göz için boşluk oluşturup , başlardık konuşmaya …
Bazen bir haber spikeri, bazen bir televizyon sunucusu,bazen de okul müdürümüzün ses tonunu yakalamaya çalışarak mikrofona konuşur gibi konuşurduk. ..
…..
Hiç kıpırdatmadan, çok değerli bir şeyi tuttuğumu hazmederek, Müdür gelinceye dek sıkıca tuttum .
Müdür geldi ve penceresinin önündeki kürsüye giden mini çiçeklerle dolu bahçeden geçerek, çocukların dizildiği, arkasında Atatürk büstü olmasa kürsü olduğu anlaşılmayacak olan , kaldırım kenarlığı taşlardan set çekilerek ayrılmış , kürsü gibi kullandığımız taşların üzerine çıkmamı istedi.Çıktım , ama elimdeki mikrofon heyecanımı iki katına çıkarıyordu …
Zordu konuşmak , şiir okumak , o gün fark etmiştim .Hele ki mikrofona konuşmak, bu işin ciddiyetini insana iyice kavratıyordu.Fakat , yine de okumama güveniyordum. Ne olursa olsun ;güzel okurdum hep ben.
…..
Konuşmak ,iletişim kurmada en gerekli araçtı, toplu halde yaşayan insanoğlu için. İyi konuşmak için , iyi de dinlemek gerekiyordu.Aslında insan , dinlerken öğreniyordu “konuşmayı.”
Ve doğru iletişim için,konuşmaktan daha önemliydi dinlemek .Eğer iyi bir dinleyici kitlesine hitap ediyorsak , konuşmamız güzelleşiyor, iyi dinlemeyen veya dinlemek istemeyen bir topluluğa hitap ediyorsak , konuşmamız bozuluyordu. Bunu o gün anlamıştım.
Konuşmak, kelimenin işteşlik yaratan” ş” sesinden başka bir şey değildi.Karşımızdaki varsa , seni güzel dinlemek istiyorsa olabiliyordu. Onun için bu eylem, en baştan işteş yapıda bir kelime olarak türetilmişti. İnsan tek başına gülebiliyor, ağlayabiliyor, bakabiliyor,yürüyebiliyor,düşünebiliyor ama konu-ş-amıyordu. Kendi kendine konuşsa bile komik oluyordu .Tek başına iken zaten bolca düşünebiliyor , kafasının içinde kelimeleri sessizce tur attırıyordu. Ama konuşurken öyle mi ?
Karşısındaki belirliyordu çoğu zaman konuşmanın konusunu , tavrını, anlamını.Dinleyen karar veriyordu hatta ,az önce kafandayken bambaşka anlamlandırdığın cümlelerin seyrine ….Anlamadığında dinleyen ve karşındakinden olumlu enerji alamadığında; zaten boşuna konuşmuş olmuyor muydun tüm işteşliğe rağmen???
…..
Mikrofonu aldı benden ve ses kontol,ses kontrol dedikten sonra , ses ses sss , ttt tt gibi konuşmasına başlamadan önce hep yaptığı klasik ısınma hareketlerini yaptı.
Önce öğretmenleri ve öğrencileri selamladıktan sonra ;rutin okul kurallarını hatırlattığı; kızgınlık karışımı ses tonuyla, başladı konuşmaya ….
Arada bir durup , karşısındaki topluluğu uyarıyordu. Her nekadar dinleyenler çocuklardan oluşan bir topluluk olsa da , onların hımırtısı, vücut iletişim halleri,onun konuşma konsantresini bozuyordu sanki. ..
Konuşma ses tonu ve uyarı sözcükleri,onların uğultusuna göre iniyor çıkıyor ve mikrofonda yüksek bir hırıltıya ,gıcırtıya neden oluyordu.Arada bir durup , mikrofonun tepesine parmak uçlarıyla vurup , sesi düzeltmeye uğraşarak , konuşmasını sürdürüyordu …
Ve elindeki o şeyi,sanki bırakmak istemiyordu bir türlü?
Onu izlerken;aklımda netleştiremediğim binbir türlü sorular,heyecanıma yenik düşüyor,cevap bulamıyordum çoğuna:
Şimdi daha iyi anlıyorum ki;Mikrofon aynı zamanda büyülü de bir şeydi.Eline alan kişi Müdür bile olsa , bırakmak istemiyordu .Sanki konuşması uzasın da uzasın diye çabalıyordu. Her bana doğru bakışında , sözü bitecek gibi oluyor , ama bir türlü noktalamıyordu cümlelerini.
Galiba , Mikrofon’du mesele.Onu eline alanda, muazzam bir konuşma isteği yaratıyordu.
Şimdilerde “ağzı olan konuşuyor” deyimi gibi;Mikrofonu kapan da susmak istemiyordu.Hep elinde kalsın istiyordu .İster güzel konuşabilsin, ister konuşamasın …Var gücüyle bağırıyor , elindeki şeyin sesi zaten yükselttiğini fark edemeden , konuştukça konuşuyordu. ..Anlaşılsın anlaşılmasın , umurunda olmuyordu.Mikrofona bağırmak ona yetiyordu.Kapılmıştı bir kere Mikrofon ‘un büyüsüne….
……
Onu dinlerken, heyecanım artıyordu , az sonra sıra bana gelecekti.Acaba şiirimi şaşırmadan okuyabilecek miydim?
Neden sonra sustu ve beni o kaldırım kenarlığından yapılmış kürsüden yanına doğru yaklaşmam için işaret etti.Önce saçlarımı öğrencilere işaret edip , “siz de saçlarınızı böyle temiz tutun.” Dedi ve kısa erkek tıraşı kesilmiş saçlarımı okul kurallarına uygun örnek diye;övgü dolu sözlerle anlattıktan sonra , okumamı övdü de övdü…
Ara sıra sınıfa gelir, derste bizi dinler, sorular sorar, giderdi. Okumam ile ilgili bilgi sahibiydi.
Sözlerini, nihayetinde bağlayabildi:”Siz de buraya çıkınca,Güneş gibi okuyun .Şimdi iyice dinleyin.”dedi.
……
Tabî oldum olası övülünce yüzü kızaran ben , yine kıpkırmızı oldum .Kızardığımı, kafamdan yüzüme doğru yayılan ateşten ve kalbimin hızlı hızlı çarpmaya başlamasından anlıyordum.
…………………
Şimdikinin tersine, utangaç bir çocuktum.İyi bir şey yapınca, daha çok utanırdım ve o an o güzellik gizlensin, kimse göremesin isterdim….
“””
Büyüdükçe,İyi şeylerin sinerjisine inanarak;o yönümü fazlasıyla törpüledim. İyi konuşmanın , iletişimin önemini anladıkça ;az hata ve dolu -güzel konuşmanın faydasına inanır oldum…
Fakat , hata yapınca(bilmeyerek istemeyerek olan konuşma hitap davranış biçimi) ;hala çok utanırım.Hatta karşımdaki bana hata yaptığında( art niyet barındıran konuşma tavrı ise) ,ondan çok ben, utanırım.Onunla iletişime geçemem ve bulunulan mecburi ortamlarda da konuşmam bozulur.İki lafı bir araya getiremeyen birine dönüşürüm.Farklı bir duygu bu, bir türlü törpüleyemediğim .
Kırıcı insanlardan hızla uzaklaşıyorum.Onu affedemediğimden değil; ben utanıyorum , onun konuşmasından ,davranışından .
“””
……..
Mikrofonu uzattı bana ve öne doğru öğrencilerin olduğu yere çekildi.
Kalbim çarpa çarpa , yüzüm kızara kızara,nasıl okuduğumu anlayamadan…. Bir baktım, Şiirim bitmiş.Müdür , alkışlayarak yanıma doğru geldi.Mikrofonu elimden aldı ve öğrencilere, “boş zamanlarınızda Güneş size şiir okuma çalıştırsın. “Dedi ve töreni bitirdi.
….
O gün orada,niye toplandığımızı anlayamamıştım…
Yine mikrofonu elime verdi ve odasının penceresine doğru gitmemi ve mikrofonu sıkıca tutmamı söyledi.
Sınıflar dağıldı ve herkes kendi sınıfına gitti.Elimde mikrofon,mini bahçeden -çiçekleri ezmemeye çalışarak- pencereye doğru yaklaştım.Müdür çoktan odasına girmişti. Kabloları toplamaya çalışarak, pencerenin demirlerinin boşluk yerlerinden ona doğru mikrofonu uzattım .Aldı ve Doğru sınıfına git dedi.
…….
Sınıfa doğru koşarken , törenin anlamını ve Müdür’ün konuşmalarını kafamdan geçiriyordum….
Bir de Mikrofonu düşünüyordum.
Töreni anlayamamıştım hala , ama Mikrofon ile ilgili bir sürü düşünce, kafamda oluşmuştu.Gerçekten Mikrofon acayip bir şeydi.İnsanın konuşma gereksinimi ve sesini duyurma ihtiyacı için var olmuştu sanki…
Sesine ses , sesine renk , sesine ahenk katıyordu. Bunu Müdür’ün konuşması sırasında keşfetmiştim. Ara ara ses gidip, mikrofon cızırtı yaptığında , Müdür’ün sesinin, hiçbir havası kalmıyordu. ..
….
Sınıfa girdim , öğretmenim beni kürsüye aldı ve alkışlayın , arkadaşınız çok güzel okudu şiirini, dedi.
Sonra bana döndü ve şöyle dedi:Sen mikrofon olmadan bile sesini çok güzel kullanırsın, gür ve mikrofonik bir ses tonun var .
Anlayamadım o an …Mikrofonik ses de neydi?
Aval aval bakışımdan anladı; onu anlayamadığımı ve ekleme yaptı :Sesin çok gür ve tonlu, mikrofonun zayıf sesler için yaptığı görevi yapabiliyor. Ve mikrofona çok yakışıyor dedi.
Sonra devam etti : Konuşmak , güzel konuşmak karşındaki topluluk da güzelse olabilecek bir şeydir.
…..
O an, Oğlu’nun konuşurken tutulması aklıma geldi nedense ?
Eskilerin hüsn-ü zan dediği,modern ilimde pozitif düşünme becerisi gelişmiş dinleyici olabilmekten söz ediyordu , sanıyorum.
Sonra da:
“Sen, hep şiir oku .”dedi.
Öğretmenimi,hüsn-ü zanla dinlemeye devam ediyorum.