YETENEK Ve DEHÂ
Çocuklarınızın yeteneklerini keşfedin, sonra onlar için ortam hazırlayın, gerisini onlara bırakın.İlerleyen çağlar; bizlere birçok bilgi, deneyim, teknolojik zenginlik katmaya devam ediyor. Eskiye oranla hayatımıza giren her yenilik, beraberinde hepimizi doğallıktan uzaklaştırıyor.Doğallıktan uzaklaştıkça, her birimiz mekanikleşmiş, robotlaşmış hatta kodlanmış birer makineye dönüşüyoruz. Hep bir başka şey için, bir başkası için, kurulu bir düzen için, kurallar bütünü için, sistem karakterler olarak yaşamaya başlıyoruz. Zaman sayacının her dakikası, bizim aleyhimize; yani ters orantılı, bizi kendimizden uzaklaştıran, birer robota dönüştürüyor.
Kurgulu, sistematik kodlu, sûnî…Tıpkı bir robot gibi…Bu sistemin içine en doğal haliyle salıverilen yetenekli çocuk, deyim yerindeyse “sudan çıkmış balığa dönüyor. “Yetenekli çocuklar, sınırları netleştirilemeyen kendilerine has yetenekleri ile doğuyorlar. Bu yetenekler, onların doğumundan hemen sonra dürtüsel bir biçimde kendini dışa vurmaya başlıyor. Hangi alanda olursa olsun; bu çocukların çok azı, birer üstün yeteneğe (dehâya) dönülebiliyorÇünkü çocuklar için doğumdan hemen sonra kendi hayatında; kendisi ve yeteneklerinden ziyade, çevre faktörü etkin olmaya başlıyor. Çocuk için, birincil çevre olarak; başta ailesi sonra sosyal çevre ve okul, kurallarla bezeli, birer yetenek köreltici faktör olarak, çocuğun hayatına girmeye başladıkça; çocuk özgünlükten, yaratıcılıktan, özgürlükten uzaklaşmaya başlıyor.
Yeteneğin en çok doğallıkla bağı vardır. Ve insanı, hep bütünsel bir bakış açısı ile değerlendirmeliyiz. Her şeyden önce, özellikle yetenekli çocuklarda; duygu ile zekânın birlikte değerlendirilmesi gerektiğini öne çıkarmalıyız.
Çocuğun hayatına sokulan her bir kural, onu doğuştan getirdiği özelliklerinden uzaklaştırıyor ve kalıplara sokuyor. Yetenekli çocuk için; kuralları, bir çember gibi düşünmeliyiz. Onun hayatına giren her kural, yeteneğini göstermek istediği her durumda, bir tel örgü gibi onu çemberin içine çekiyor. Bir süre sonra o çemberden çıkmaması gerektiğini öğrenmiş oluyor. Sınırları çizilmiş davranış ve tutumlar belirleyerek çemberin dışındaki yaşamın farklılığını keşfedemiyor. Bu da çocuğun hayatını sıradanlaştırarak; onun özgün, yaratıcı, özgür düşünebilme becerisini yok ediyor. Oysa çocuğun doğuştan getirdiği; yeteneği doğrudan etkileyen özgünlük, yaratıcılık, özgürlük üçlüsü; çocuğun, parlak bir çocuk olarak kalmasından öte bir dehâya dönüştürecek en önemli yetenek iksirleridir.
YETENEK ve Muhteşem 3’lü: Özgünlük-Yaratıcılık-Özgürlük
Özgünlük, yetenekli çocuğu diğerlerinden (akranlarından)ayıran en belirleyici yanıdır. Bu, yeteneğinin ifadesinde ona, önemli bir farklılık yaratır. Yeteneğinin üstün yeteneğe dönüşmesinde; çocuğun özgünlüğünün, özenle korunması ve geliştirilmesi gerekir.
“Ancak, yetenekli çocuklardan çok azı bu imkânı elde edebiliyor.”
Hangi alanda yetenekli olursa olsun, özgünlüğü korunmayan yetenekli çocuk; zamanla yeteneğiyle ilgili kendine has davranış ve tutumlar gösterememeye başlıyor. Özgünlüğü kısıtlayıcı veya yok edici faktörlerin başında; başta çocuğun ailesi, çevresi, sosyalleşmenin toplumsal veya geleneksel dayatmaları ve eğitim öğretim ortamlarının yetenekli çocuklar hakkında bilinçsiz tutum-davranış-sistematik kusurları sayılabilir. Özgünlüğünün korunmasında ailenin özellikle dikkat etmesi gereken öncelik, çocuğun hayatına kendi kurallarını koymaması ve çocuğun kendi çocukları olsa bile farklı-özel-dokunulmaz bir birey olduğunu kabul etmeleridir.
“Bırakın, çocuklar kendi kurallarını kendileri belirlesinler.”
“Yüreklendirin, heveslendirin; ama müdahale etmeyin “
Böylece kendi öz disiplinini de sağlayan çocuk, daha özgün yaratıcı fikirlerini özgürce ortaya koyabilecek, farklı beklenmedik durum ve olaylar karşısında cesaretle işin üstesinden gelecektir. Çocuğun hayatına erken evrede giren kurallar bütünü; aynı zamanda beraberinde bir diğer yetenek köreltici sorunu daha öne çıkaracaktır:
“Onaylanma Kaygısı.”
Kurallara uydukça; aile, çevre veya öğretmenleri tarafından onaylama yaklaşımı, çocuğun özgünlüğü üzerinde baskı gibi yansıyacak, özgürlük ve yaratıcılık kısıtlayıcı veya yok edici bir pekiştirecek olarak yeteneklere olumsuz etki edecektir. Onaylanma kaygısı taşıyan her bir çocuk, zamanla özgünlüğünden uzaklaşarak, kendi gibi değil, başkalarının kalıpları ve ilkeleri ile yaşamaya çalışacaktır. Örneğin sınıfta aklına parlak bir fikir gelen yetenekli bir çocuk, öğretmeninin onaylamayacağı kaygısı ile ve kuralların dışına çıkmaması gerektiği endişesi ile sessiz kalmayı tercih edecektir. Çünkü öğretmenin kuralları, net ve kesindir:
“Asla soru sormadığım zaman konuşmayın, el kaldırmayın. Asla ders dışı, konu dışı fikir beyan etmeyin!”
Veya bu derse şu kadar saat çalışmalısın, kitabı belli saatlerde, şu kadar süreyle okumalısın ve benim önerdiklerim dışında kitap okumamalısın.
“Kurallar uzadıkça uzuyor… Oysa her insanın anlama, öğrenme, kavrama ve ilgi alanları farklıdır.”
Bu yüzden çocuk, içsel dürtü ile baş gösteren yeteneklerini, onaylanmama kaygısı veya ona dayatılan kurallara uymadığı için ya içinde tutuyor; ya da geliştirip üstün yeteneğe dönüştüremiyor. Ailesi ve öğretmenleri tarafından belirlenen ders çalışma saatleri veya diğer kurallar, bir süre sonra çocukta kalıplara sokulan bir anlayışı hâkim kılıyor. Kalıplara sokulan ve sınırları çizilen bir yaşam tarzı benimseyen yetenekli çocuk, gittikçe kendi özgünlüğünden uzaklaşıyor. Bir taraftan da kurallara uydukça onaylanmakta, uslu çocuk olduğu için çeşitli biçimlerde ödüllendirilmektedir. Oysa yetenekli çocuklarda; kendisini özgün-yaratıcı-özgür biçimde ifadeye dayalı, sınırları çizilemeyen davranış ve tutumlar, dehaya götüren, belirsiz içsel dürtüler çok daha gereklidir. Belki, toplumda başarılı diye tanımladığımız meslek erbapları veya alanında birer lider olacaklar; ama hizada durma, onaylanma kaygısı taşıdıkları için işleriyle ilgili özgün, yaratıcı, özgür tavırlar sergileyen bir tutum içine girmeyeceklerdir. Çünkü başarılı bir yönetici olarak sorunsuz-sınırların dışına çıkmadan iş hayatına devam etmeyi; yeni bir fikir, sistematik bir değişiklik veya risk almasını gerektiren güzel bir değişikliğe tercih edecektir.
Ya da özgür düşünme becerisi olmadığı için yeniliklerle baş edebilme cesareti gösteremeyecektir.
Çünkü erken çocukluk evresi veya eğitim hayatı süresince kuralların dışına çıkmadığı için sürekli ailesi ve öğretmenleri tarafından onaylanarak yeteneği dehâya dönüştüren özgünlük, yaratıcılık ve özgürlük özellikleri çevresi tarafından yok edildi.
“Böylelikle hizada durmanın kolay yolu, çocuğa erken evrede empoze edildi.”
Oysa yetenekleri kalıba sığdırmanın, çocuğu alanında sadece mükemmel yapabileceği; ancak, bir dehâya dönüştürmeyeceği bilinmelidir.
Kalıplar ve kurallar insanı, sadece o alanda bilindik çerçevede başarılı yapar; ancak yaptığı iş veya çalışma alanı ile ilgili yeni açılımlar ve ortama yön verecek, çığır açıcı bir yenilik barındırmaz. Örneğin dil alanında sınırları kesin belirlenerek sistemli, kurallı, saatli çalıştırılarak dil uzmanı olmuş yetenekli bir akademisyen olmuş olsun: Akademisyen planlandığı gibi kendi ana dil kurallarını ve yabancı dilleri sınırsız sayıda çok iyi öğrenir, uygular; ancak yeteneğini dil alanı dehâya dönüştürecek pratik zekâ diyebileceğimiz- kuralların işlemediği- ani durum ve olaylarla karşılaştığında, yeni bir çözüm, yeni bir duruş geliştiremez. Daha açık bir örnekle ona öğretilen kurallı kalıplı tüm dilbilgisi kuralları veya edebî bilgileri çok çok iyi öğrenir. Ancak beklenilmeyen farklı bir sorun veya soru karşısında; kural dışı düşünme becerisi yani özgünlüğü, yaratıcılığı, özgürlüğü köreltildiği için oyun dışı kalır. Ya da dilbilim açısından çığır açıcı dâhiyane bir fikri ortaya koyamaz. Çünkü bir makine gibi kuralların dışına çıkmamaya programlanmış, seri üretim anlayışı ile mükemmel bir robot haline getirilmiştir. Bir başka deyişle sistemli çalışma ile ona öğretilen dil kurallarını çok güzel kopyalamıştır. Dil alanı yeteneklidir; ancak kurallar ve saatli çalışma anlayışı ile birer yapay zekâlı robota dönüşmüştür. Yapay zekâ kurgulu robotlardan farkı kalmamıştır. O robotlar da ona kodlanan tüm dil bilgilerini yeri ve sırası ile kullanmayı biliyor; ancak özgünlük, yaratıcılık ve özgürlük alanı olmadığı için yeni bir durum karşısında bir şey üretemiyor. Mesela yapay zekâlı bir robot, ona kodladığınız konu ve kelimelerle harika şiirler yazabiliyor; ama özgün bir eser ortaya koyamıyor.
Çünkü mekanik düşünme becerisi vardır bir robotun; ama duygusal zekâsı yoktur.
Robotik bir yaklaşımla sistemli ve kurallı düşünme becerisi öne çıkarılan yetenekli çocuk da bu örnekteki gibi robotlaştırılarak doğallığın en belirleyici unsuru olan “Duygu “hâkimiyetini de kaybetmiştir. Yani bizim yetenekli çocuklara yaptığımız davranış biçimlerimiz, onları birer dehâya dönüştürmek yerine, maalesef birer robota dönüştürüyor. Bazen derslerimizde zeki çocuktan beklenen cevabı, hiç beklemediğimiz düzenli çalışmayan parlak çocuktan almamız, bu durumu çok iyi anlatır.
Ailenin durması gerektiği yer, çocukların önü değil yanıdır. Çocuklara birer birey olduğu öz saygısı ile onların yetenekleri desteklenmeli; ama karar verici, kuralları belirleyici veya sınırlayıcı biçimde değil.
Sadece doğru bir gözlemle, çocuğun yetenekleri öne çıkarılmalı, desteklenmeli; ama çocuğun hayatına kendi kurallarımızı veya kalıpları sokmamalıyız.
Dünyaya yön veren, çağ değiştiren, alanında çığır açan dâhilerin biyografileri bu konuda tekrar tekrar incelenmeli ve onlarda var olan temel özelliklerin, özgünlük-yaratıcılık-özgürlük olduğu bilinmelidir.
1 Yorum Var
Pingback: YETENEK Ve DEHÂ | Üstün Yetenekli Çocuklar